Sayfalar

28 Nisan 2010 Çarşamba

Çeyrek Asırlık Serüven, İnönü Stadyumu’nda...

Çeyrek Asırlık Serüven, İnönü Stadyumu’nda...

Kuruldukları 1985 yılından itibaren bu topraklardan beslenip, ezilenlerin şarkısını söylediler. Yoksul halkın, itilmişlerin, yok sayılanların, baskı altında yaşayanların sesi soluğu oldular. Halkın sanatını yapmayı Pir Sultan Abdal'lardan, Ruhi Su'lardan öğrenip, onlardan öğrendiklerini dünya halklarının zenginlikleriyle birleştirdiler.

Gelenekselin en güzel yanlarını alıp yeniden biçimlendirerek, yarının ezgilerini besteledikleri 25 yıl boyunca, doğru bildikleri yoldan bir an bile ayrılmadan geldiler bugüne... Sayısız engellerle karşılaştılar, adları "yasaklı grup"a çıktı, resmisi/özeli tüm ekranlar onlara kapatıldı ama onlar tüm bunları onurla göğüslemesini bildiler. Tüm engellemelere ve sansüre rağmen albümleri çok sattı, konser salonları doldu taştı.

Bugüne kadar yayınlanmış 20 albümle, yurtiçi ve yurtdışında yüzlerce konserle, eylem alanlarında halkla, grev alanlarında işçi ve memurlarla, forumlarda öğrencilerle, yıkımlarda yoksul gecekondulularla, depremzedelerle, selzedelerle, göçük altında kalan maden işçileriyle, toprakları işgal edilen mazlum halklarla dayanışma içinde, her anı onurlu ve dolu dolu geçen 25 yılını kutlamaya hazırlanıyor şimdi Grup Yorum.

12 Haziran 2010 Cumartesi günü saat 20.00'de, Beşiktaş İnönü Stadyumu'nda tarihi bir gün yaşanacak. İstanbul'un orta yerinden, on binlerce dinleyicisi ile birlikte yükseltecek Yorumcu'lar, Sosyalizm'in gür ve coşkulu sesini. 25 yıllık serüvenlerini anlatacaklar dinleyicilerine... Büyük bir kolektivizmin ürünü olan şarkılarını, marşlarını, türkülerini söyleyecekler dinleyicileriyle birlikte hep bir ağızdan.

Ruhi Su'dan Nazım Hikmet'e, Pablo Neruda'dan Victor Jara'ya bütün usta bildiklerini, öğretmenlerini de selamlayacaklar tek tek. Onlardan öğrendikleriyle, onların yolundan yürüyüp yarına onların da düşlerini taşımanın onurunu haykıracaklar...

60 kişilik kadrosuyla şef Orhan Şallıel yönetimindeki "İstanbul Syhmphonic Project" isimli senfoni orkestrası da eşlik edecek onlara konser boyunca... Ve bugüne kadar Yorum'un albümlerine sesleriyle, şiirleriyle, üretimleriyle katılan sanatçı dostları da olacak o gün orada.

Kolkola halaylara durulacak yine, yarına dair güzel düşler, umutlar yeniden ve yeniden yeşerecek. Yorum'un ezgileri on binlerin katılımıyla çoğalacak ve boğazın serin rüzgarıyla o gün orada olamayanlara ulaşacak, hapishanelerin kör karanlık hücrelerinde direnenlerin yüreklerine güç katacak...

12 Haziran'da 25 yaşını kutlayacak, nice 25 yıllara doğru yürüyüşüne devam edecek Yorum.

Bu görkemli yürüyüşü birlikte adımlamaya çağırıyor Yorum, tüm dinleyicilerini....

Kızıldere Sana Biz de Geliriz...

Kızıldere Sana Biz de Geliriz 
30 Mart-17 Nisan Devrim Şehitlerini Anma ve Umudun Kuruluşunu Kutlama Günleri çerçevesinde Halk Cepheliler, Türkiye devrim tarihinde bir dönüm noktası olan Tokat’ın Niksar ilçesine bağlı KIZILDERE köyüne bir yürüyüş düzenlediler.
Yürüyüş, 28 Mart’ta Gazi’deki Dayı’nın mezarı başında yapılan bir anmayla başladı. Dayı’nın mezarından Mahir’in mezarına götürmek için toprak alan Halk Cepheliler 4 otobüsle Ankara’ya hareket ettiler. Kocaeli ve Bursa’da da yürüyüş düzenleyen Halk Cepheliler buralardan katılanlarla beraber Ankara yolculuğuna devam ettiler. Anadolu’nun çeşitli şehirlerinden gelen diğer Halk Cephelilerle Abdi İpekçi Parkı’nda buluşuldu. 6 aydır devam eden “Amerika Defol Bu Vatan Bizim” kampanyası çerçevesinde toplanan 200 bini aşkın imzayı Meclis’e teslim eden Halk Cepheliler, daha sonra Karşıyaka mezarlığını ziyaret ettiler.Burda Mahir Çayan'ın mezarı başında anma yapıldı. Yine aynı mezarlıkta bulanan diğer Şehitlerin de mezarlarını ziyaret eden Halk Cepheliler daha sonra Kızıldere’ye hareket ettiler.

Buradan itibaren sözü Kızıldere yürüyüşüne katılan ve bu anlatımları Yürüyüş Dergisi’nde yayınlanan bir Halk Cepheli’ye bırakıyoruz:

“Sana Geliyoruz Kızıldere, En Kızıl Rengimizle...”
Mahir’in başucundan uzanıyoruz Tokat’a doğru… Sana geliyoruz Kızıldere, kanımızın oluk oluk aktığı ve Anadolu toprağına karıştığı yere en kızıl rengimizle geliyoruz… Otobüsler sıralanıyor ardı sıra… 9 otobüs yollardayız… Otobüstekilerle sohbet ediyoruz. Heyecanlıyım, çok mutluyum, inanamıyorum, onurluyum diyor her bir yürek… Ses tonu ayrı, memleketi ayrı, yüzü ayrı, teni ayrı ama sözcükleri aynı. Aynı yürekten çıkmış gibi.
30 Mart sabahı 06.30’da varıyoruz Niksar’ın girişine. Buyarlar Dinlenme Tesisleri’nde duruyoruz. Niksar’ın o temiz havası vuruyor yüzümüze, ciğerlerimize çekiyoruz… 5-6 köy evi ile karşılaşıyoruz. Fatma Kızılaslan teyzeyle tanışıyoruz. Tesisin hemen solunda olan iki üç evden birisi. Gülerek karşılıyor bizi, kendimizi tanıtıyoruz, nereye gittiğimizi anlatıyoruz. Susuyor toprağına bakıyor. Önce bir şey duymadım bilmiyorum diyor. Çekiniyor anlatmaya. Sonra doğallığında başlıyor o güne dair sohbetler. “İlk duyduğumda daha yeni gelindim. 38 yıldır gelin olmuşum, olay olalı da bir o kadar yıl oldu. Ataköy’den komşum geldi, tarladan geliyordu üzgündü. Nereye gidiyorsun dedim. Kardeşimgilin oraları hep yanmış viran olmuş dedi. Ne olmuş dedim. Öyle öyle dedi. Mahir Çayan gelmiş köyümüze, devrimciler gelmiş, jandarmayla çatışıyorlarmış Kızıldere’de. Heyecanlanıyorum. Duygulanıyorum. Canım yanıyor ama bir şey yapamıyorum” diyor. Sonra nemlenen gözlerini önlemek istercesine gülümseyerek bize bakıyor. “Yolunuz Açık Olsun” diyor. Ayran, çay ikram etmek istiyor. Fatma teyzenin evi 4 katlı bir bina. İki katın üstüne iki kat daha çıkmaya çalışıyorlar, kaba inşaat halinde. Eve gelin gelecek deyip gülüyor. Evi boyasız. Melihcan torunu geliyor, daha çok küçük bize bakıyor utana utana. Fatma teyzenin evinin yanında tuğla bir ev var. Komşusu Yücel Bakır’ın evi. O da geliyor yanımıza. Onunla da sohbet ediyoruz. Sonra eşi de katılıyor sohbete. Hiç yabancılık çekmiyoruz. Çay, ayran ikram etmek istiyorlar. Hemen hazırlarız diyorlar ama vaktimiz yok. Tesise arkadaşların yanına gidiyoruz. Tokat dağlarında şehit düşen gerilla Sabahattin Yavuz’un da bir dönem orda olduklarını, hayvan otlattığını anlatıyorlar bize. Biz tesisteyken Fatma teyze, Yücel abi aileleriyle, gelinleriyle birlikte geliyorlar. ‘Sizi merak ettik, gittiniz mi diye’... Halk Cepheliler sarıyor etraflarını. Koyu bir sohbet başlıyor. Yaklaşık bir saat durup bizimle sohbet ediyorlar. Kızıldere’ye doğru hareket etmek için otobüslere biniliyor. Herkes çok hızlı hareket ediyor. Otobüslerden alkış sesleri, şen şakrak dost gülüşleri.... Yorum’un Kızıldere türküsü söyleniyor “Sanma Faşist Olandan Bir Gün Hesap Sorulmaz” en vurgulu, en öfkeli, en umutlu söylenen dize oluyor... ve “Kızıldere Kızıldere 10 Yerimde Yara Bere, Mahir Çayan’ı Vurmuşlar Haber Ver Gittiğin Yere” türküleri söyleniyor. İkili oturulan koltuklara oturanlar çok heyecanlıyım diyorlar birbirlerine.
Otobüsler tek tek diziliyor direnişle örülen yola... Yolda tuğlalı evler, otlayan kuzular... Yeşilin, kahverenginin, sarının o güzel uyumu...
Genelde evler çok seyrek... En çok üç katlı evler var... Anadolu, tüm güzelliğini cömertçe sunuyor. Yağmur yağmaya başlıyor, otobüstekiler “Mahirlerin bereketi bu” diyorlar. Korulu’ya dönüyoruz. Kuruyan bir dere yol boyu uzanıyor. Köy evlerinin arasından yol alıyoruz. 2 yaşlı amca merakla bakıyorlar otobüslere. Sonra anlamış olacaklar ki el sallamaya başlıyorlar tebessümle. Bir evden zafer işareti yapılıyor. Otobüstekiler alkışlarla selamlıyorlar zafer işaretini. Bizimkiler diyoruz işte bizim halkımız... 5 otobüs geçti 6. otobüs dönerken yola batıyor çıkamıyor. Son 4 otobüs yolda kalmış oluyor. Halk Cepheliler var güçleriyle bir kaç defa itiyorlar otobüsü, olacak gibi değil. Köylüler insanlar yardıma geliyor. İki traktör, iki kürekçi, zincir getiren geliyor. Hoşgeldiniz köyümüze diyorlar. Hal hatır soruyorlar. “O eve mi gidiyorsunuz?” diyor içlerinden biri. “Evet, Mahir Çayan’a gidiyoruz” diye cevap veriyor bir Halk Cepheli. Tokalaşıp yarım saat sonra yola düşüyoruz yeniden. Bu kez Kürdistan’dan gelen otobüsteyiz. Kars, Adıyaman, Malatya, Dersim, Elazığ, Yozgat, Adıyaman... Gençler ağırlıkta, genç soluklar... Gözleri cıvıl cıvıl...

Kızıldere’deyiz...
Kızıldere girişinde jandarma GBT kontrolü için durduruyor. GBT’den sonra hareket ediyoruz, 5 dakikalık yoldan sonra otobüsler duruyor herkes iniyor. Tatlı bir şaşkınlık yaşıyor herkes. İzin vermezler girişimize, gerekirse haftalarca kalırız, girmeden dönmeyiz diyenler vardı, Kızıldere’ye varınca önce onun şaşkınlığını yaşıyorlar. “Burası Kızıldere mi?”, “Vardık mı?” diyenlerin neşeli heyecanlı sesleri. Geniş boş bir alan. Yolun sağında tepeler....
Köyün girişinde hızla kortej oluşturulmaya başlandı. En başta iki sancaklı genç, arkasında sırasıyla “Yolumuz Çayanların Yoludur” ve diğer pankartlar diziliyor. Bütün kortejin her iki yanında kızıl bayraklar dalgalandı, ortalarda üste “Özgür Vatan İçin Öldüler” altına “Unutmayacağız” yazan ve ON’ların resimlerinin olduğu döviz ile “Mahir Hüseyin Ulaş Kurtuluşa Kadar Savaş” yazılı dövizler.
Tarihi anın yazıldığı o kerpiç eve doğru yürüyüş başladı. Kızıldere’nin sokaklarında doğru dürüst kimsecikler yok. Adeta ıssız, terkedilmiş bir köy havasında. Çok az insan görüyoruz. Evlerin perdeleri çekili, bir kısmı perdesini aralayıp bakıyor. Seyrek olan evler bir yerden sonra sıklaşıyor. 44 yaşında çiftçi bir amca soluk soluğa geliyor, gülümseyerek bakıyor korteje. Yandaki köyden motosikletle gelmiş. Yollar jandarma dolu diyor. Jandarma iki gündür evleri dolaşıyor “teröristler geliyor olaylar çıkacak, çatışma çıkacak, dışarı çıkmayın size zarar gelmesin” demişler. Jandarma bir hafta köylüleri korkutmak için çalışmış, tehditler savurmuş, başka köylerden takviyeler gelmiş. Köylüler kendi aralarında konuşurken güneş yanığı tenli amca köylülerden devrimcilerin geleceğini duyuyor. Heyecanlanıyor ve bu yürüyüşe katılmaya karar veriyor. Yetişemiyeceğim diye korkmuştum diyor. Röportaj yapmak istiyoruz yanaşmıyor. İsmini vermek istemiyor. Niye katılmak istediniz yürüyüşe diye sorduk, “Mahir Çayan için. Onu çok seviyorum. Ben onu her 30 Mart’ta anıyorum” diyor. Daha önce bu köyde hiç anma yapıldı mı Mahirler için diye soruyoruz. “Yok , sizin gibi böylesi görkemli hiç görmedim. Bir televizyonlarda gördüydüm” dedi. Heyecanlı heyecanlı gülüyor.

“Mahir Çayan’ı Öldürdüler Bugün”
Yürüdükçe ilgiyle izliyoruz çevremizi, çevremizdekiler de bizi tabi... Traktöründe oğluyla oturan gri şapkalı bir amcaya soruyoruz. Bu yürüyüşün neden yapıldığını biliyor musunuz? “Mahir Çayan’ı öldürdüler bugün. Bugün şehit düşmüştü onun için” diye cevaplıyor.
Kızıldere Köyü bu kez Gündoğdu ve Dev-Genç marşlarıyla çınlıyor. Önde giden jandarma ne yapacağını bilmiyor, çaresiz bakıyor, bu görüntüyü içine sindiremediği asılan yüzlerinden belli oluyor komutanların, ne yapacak bir şey yok...
Tuğladan yapılmış boyasız evler çoğunlukta. Halk Cepheliler evleri tek tek dolaşıp bildiriler dağıtıp anmaya çağrılar yapıyorlar yürüyüş sürerken. Bir evin önünde toplanmış çoğu kadın köylüler alkışlıyor, el sallıyorlar kortejimize. Astım hastası, solunum cihazına bağlı, yüzü maskeli 70-75 yaşlarında bir amca penceresine tutunarak bakıyor. Zafer işaretleri yapıyor el sallıyor bize. Tek eli pencerenin kolunu bırakmamacasına sarılmış, diğer eliyle el sallamaya çalışıyor. Elini öpüp bir daha sallıyor. Bizim insanlarımız diyoruz. Amcayı görenler daha gür haykırıyorlar sloganları “Kızıldereden Bugüne Yürüyoruz Devrime” Bir amca ona uzatılan bildiriyi alıyor, bakıyor sonra “Hoşgeldiniz hoşgeldiniz, Ama çok geç geldiniz, nerde kaldınız” diyor mutlu bir sesle. Elindeki bildiriyi sımsıkı tutuyor kortejin arkasından yürüyüp korteji takip ediyor.
Kerpiç eve yaklaşırken “Mahir Hüseyin Ulaş Kurtuluşa Kadar Savaş, Kızıldere Yolu Zaferin Yoludur” sloganlarının yankısı duyuluyor. Mahir de bizimle slogan atıyor, diyerek yankıyı güzel anlamlandırıyor gençlerden birisi.
Yeşilliklerin içinde bir kızılbayrak denizi akıyor Mahirlere doğru... Dev-Genç marşıyla devrimin yolunun yazıldığı o eve giriyoruz. Saat 14.30... İşte o an... ON’ların evi... Devrim devrim atıyordu tarihin kalbi 30 Mart 1972’de.... “Biz Buraya Dönmeye Değil Ölmeye Geldik” sesi yankılanıyor her bir yandan. “Mahir Hüseyin Ulaş Kurtulaşa Kadar Savaş” diye haykırıyor Halk Cepheliler...
Evin önü miting alanı gibi... Hemen evin ön ve arka cephesine iki kızıl bayrak dikiliyor. “Yolumuz Çayanların Yoludur” yazılı Mahir’in meşaleli silüeti... Evin çatısının üstüne “Biz Buraya Dönmeye Değil Ölmeye Geldik” yazılı pankart asılıyor. Evin etrafına komşular toplanmaya başlıyor. Çoğu biraz uzaktan izliyorlar hayranlıkla. Onları asıl etkileyen orda bulunanların gerçekten o tarihi anı hissetmeleri, yaşamalarıydı. “Buraya hiç böylesine gelinmemişti” diyor köylüler. 5-10 ya da 10’ar 20’şer gruplar gelip resim çektiriyor, jandarmanın ruhu bile duymuyor, öyle gidiyorlar. Böyle bir tören daha önce hiç olmadı burda diyorlar bize.
Birisi siz Mahir’in arkadaşlarısınız değil mi diyor, biz de evet. O bizim önderimiz diyoruz. Belli oluyor kimse öyle gelmedi diye cevap veriyor. Çok güzel görünüyor canlı, mutlu... Mahir Çayan Halk Cephesi’nden mi diye soruyor başka bir köylü. Hiç tereddütsüz, o bizden biri... O bizim önderimiz... diye cevap veriyor bir Halk Cepheli. “Ona yakışıyorsunuz yavrum” diye cevap veriyor.
Kipriye Durmuş teyze anma yapılırken evin önünde durup gözyaşlarıyla izliyor olan biteni. Yanına yaklaşıyorum. Tanışıyoruz. Duygularını soruyoruz “Çok mutluyum. İyi ki ölmeden sizi gördüm. Hoşgeldiniz köyümüze. Hoşgeldiniz hepiniz. Bakmayın köyümüz de sizi seviyor. Bir tek MHP’liler sevmez belki sizi. Ama diğer hepsi seviyor ama korkuyorlar candarmadan, çok baskı yapıyorlar bize. Ben sizi yolda gördüm çok duygulandım. Ağlayarak size eşlik ettim. Hep sizinle yürüdüm. Onları nasıl götürdüklerini gördüm, üst üste yığdılar yavrum. Hayvanca davrandılar. İçim yandı da bir şey diyemedik yavrum. Bir o gün böyle ağladım, hüznümden, zavallığımdan. Bir de şimdi böyle ağladım sevinçten, şenimden. Hoşgeldiniz hepiniz” diyor yaşları yanaklarına dökülüyor. “O kerpiç evin” önünde sarılıyor bize sımsıkı. Gözyaşları yanaklarımızı ıslatıyor. Bizim insanlarımız diyorum, bir kez daha... Bizim halkımız... İnsanların heyecanları sloganlarından belli oluyor. Evin her karesini çekmeye çalışıyorlar. Kimi penceresine dokunuyor, onlar burdaymış gibi hissediyorum diyor Akdeniz’den gelen bir genç.
İşte o an... O tarihi an... Saygı duruşuna duruyoruz. Yumruklar havada... sımsıkı yumruklar... başlar dimdik... bize bıraktığınız mirası can kan pahasına büyüteceğiz diyen başlar onurla dimdik duruyor önderlerinin huzurunda.
Köyden bir teyze yaklaşıyor yanımıza. 56 yaşında. “Hoşgeldiniz” diyor, onunla sohbet ediyoruz bu kez... “Onlar (Mahirlerden bahsediyor) gitti kızım ecnebiler sardı her yanı. Onlar İngilizleri almışlar esir, bu memleket bizimdir diye. Şimdi biz esir olduk. Onlar gitti ecnebiler geldi.” Bir başka amcaya duygularını soruyoruz. “Teslim olun dediler, Mahirler teslim olmadı. Tamam tamam teslim olmayaydılar ama ölmeyeydiler. Bazen diyorum keşke teslim olaydılar” diyor. Biz de ama teslim olsaydı Mahir Çayan olmazdı, bir önder olamazdı diyoruz. “Orası öyle ama ölmeseydiler keşke. Ölmeseydiler... ölmeseydi” diyerek yanımızdan uzaklaşıyor. Röportajımız böyle eksik kalıyor ama o amcanın o içtenliği, acıyla ölmeseydi deyişi, ses tonu, yüreğimize dokunuyor.
Adı Kızıldere şiiri okundu. Konuşma yapıldı. “Bizi yenilmez kılan onların son anlarında bile yarattıkları gelenekler, değerler ve başeğmezliktir. Onlardan güç aldık. Onlarla yolumuza devam ediyoruz” Sonra Ahmet Kulaksız’a söz verildi. “Dün tarihi bir andı, bugün de tarihi bir an.” Bir iki şey dedi, yutkundu kusura bakmayın çok heyecanlıyım. Konuşamayacağım dedi. Mikrofonu bıraktı, elini evin penceresine koydu...
Grup Yorum... Direniş destanlarını en güzel müziğe dökenler... “Kızıldere, Dev Genç, Bize Ölüm Yok, Haklıyız Kazanacağız” marşlarını söylüyorlar kitleyle hep bir ağızdan... O arada Güler Zere telefonla aradı. Güler Zere şu an sizi dinliyor denildi, telefon açık tutuldu. Güler Zere Onurumuzdur sloganıyla Güler selamlandı.
Anma 15.30’da sona erdi.
Kerpiç Evin sağı tepelik... yemyeşil bir alan... evin bahçesinde 3 ağaç yan yana, kayısı ağacı, erik ağacı filizlenmiş. Çiçek açmaya yüz tutmuş, mevsim bahara durmuş. Kızılbayrak hep dalgalandı evin önünde.
38 yıl sonra yine bir tarih yazıldı Kızıldere’de... 38 yıl sonra aynı gün aynı sloganlar yükseldi “o kerpiç evin” yamacından... Aynı kararlılıkla, aynı cüretle, aynı bilinçle aynı ideallerle aynı sloganlar yükseldi Kızıldere’nin dağlarından tüm yurda... Kızıldere 38 yıldır aynı kızıllıkta akıyor okyanusa. Yatağı belli... Devrim...

Fotoğraflarla Kızıldere Yolculuğu;






























 

8 Nisan 2010 Perşembe

18 Nisan'da Şükrü Saraçoğlu'nda Melekleri Alkışlayalım

Sportif Anlamda Voleybol Bayan Basketbol takımımız hem kulübümüzün hem de ülkemizin şu güne kadar çıkabildiği en yüksek seviyeye çıktı. Ama durumun yalnızca bu olmadığını hepimiz biliyoruz. Esas önemli ve güzel olan, bunu tekrar yapabileceklerini göstermeleriydi. Bu takım seneye de Şampiyonlar Ligi finali oynasa Avrupa'da şaşıracak kimse yoktur, bu kızlar seneye kupayı kaldırsa bu bir süpriz olmaz beklenen bir adımdır sadece. Dolayısıyla Fenerbahçe Acıbadem'in esas başardığı şey finale çıkmak filan değildir, hiç tartışmasız Avrupa'nın en iyi 2 takımından biri olduğunu herkese kabul ettirmesidir. Final bunun süsü, kupaysa bu başarının resmen tescillenmesi anlamına gelecekti, bizlerinse böyle bir noter operasyonuna ihtiyacımız yok. Onlar zaten şahadetlerimizin sahibi.

Şahsen uzun zamandır bir sportif mücadelede bu kadar heyecanlandığımı, bu kadar keyifli ve güzel bir müsabaka izlediğimi hatırlamıyorum. Final Four'un ilk maçındaki müthiş performans bizim Fenerbahçe derken istediğimiz her şeye tekabül ediyordu: pes etmemek, mücadele etmek, başarı için centilmence sonuna kadar savaşmak, karşıdakine hiç bir insanlık dışı hareket yapmadan yetenek ile, zeka ile, güzellikler yaratarak galabe çalmak. Fenerbahçe; bir büyük isyan ruhunun, büyük hedeflere ve daha önce umulmadık başarılara ulaşmanın, toplumsal sembollerinden bir tanesiyse çubuklu forma altında bu ruhun hakkını vererek taşıyanlar şüphesiz Fenerbahçe Acıbadem'de bulunuyorlar.

Onlardan kulübümüz bünyesinde sportif faaliyette bulunan herkesin de öğrenecekleri var. Bu formanın hakkını vermeyi, maç bitmeden yenilgiyi asla kabul etmemeyi, hep hedefi daha büyük tutmayı, Şampiyonlar Ligi finaline çıkıldığı için değil, kupa kazanılmadığı için ağlamayı, hak etmek için çalışmayı, çalışıldığı için hak etmeyi, zarif hareketlerle, ter akıtan bir mücadeleyle maçı çevirmeyi ve diğer bir çok güzel hasleti Final Four serisi kitabe gibi önümüze serdi. Öylesine sevdik ki bu kızları, Fenerbahçelisi, Galatasaraylısı, Beşiktaşlısı ile bu ülkede yaşayan yaşamayan milyonlarca insan bu kızlarda güzel bir şey buldular. İster helal olsunla duygumuzu ifade edelim, ister bravo ile hepimizin kalplerinde onların bir yeri var.

Bu kızlara güzel bir şey yapmak lazım. Bu kızların temsil ettiği değerlere ne derece meftun olduğumuzu göstermenin yoluysa ne maç primleri, ne de Başkan'ın soyunma odasına girip onlarla gurur duyduğunu söylemesi. Kurumsal değil insani, cüzdana değil yüreğe hitap eden ve onların neyin temsilcisi olduğunu onlara bir kez daha beyan eden, bu sebeple içten kutlayan insanlara ihtiyacımız var. Banka hesaplarına değil, yüreklerine unutamayacakları bir hatıra vermemiz gerekiyor.

Beşiktaş maçı bunun için harikulade bir fırsat.

İlk akla gelen sebeplerden değil. Evet 18 Nisan'daki müsabakada futbol takımımızın mücadele etmeye, zerafete, kazanmak için centilmence oynayıp, güzelliklerle hepimizi mest etmesine ihtiyacımız var. Şampiyon olalım olmayalım, şampiyon gibi oynamaya, kazanalım kaybedelim, hep büyük bir takım olduğumuzu göstermeye ihtiyacımız var. Ama bundan değil, en azından yalnız bundan değil.

Bu takımın bir spor kültürü olduğunu göstermeye de ihtiyacımız var. Çubuklunun neleri temsil ettiğini ve neleri temsil etmesinin güzel olduğunu, muteber bulunduğunu, bu kulübe gönlü yanık insanların seneleri, çağları, jenerasyonları aşan bir sosyal hareketin parçasında ne bulduğunu bir kere daha hatırlamasına da ihtiyacımız var.

Bizim istediğimiz, her branşda görmek istediğimiz, her oyunun kendi kuralları içerisinde bulmaktan haz aldığımız, o duyguyu kutlamaya ve bir kere daha Türkiye'ye Fenerbahçe'nin ne olduğunu göstermektir.

Fenerbahçe bir futbol kulübü değildir; bir voleybol kulübü, bir basketbol kulübü de değildir, Fenerbahçe bir spor kulübü dahi değildir, bu ülkenin içinde yetişmiş, seneler içerisinde oluşmuş, kırılmalar yaşamasına rağmen efsaneleriyle ayakta tutmuş bir sosyal harekettir, güzellikler rüyasıdır, fakirlerin, dışarıdan gelenlerin, mazlumların, ezilen halk kitlelerinin, itilmişlerin, gadre uğramışların, kimi zaman özyurdunda parya özyurdunda garip olanların, saraya ancak uzaktan bakanların, çocuklarına güzel hikayeler ve onurlu bir geçmişten başka verecek bir şeyi olmayanların rüyalarının simgesidir. Dar sokaklarda top oynarken hülyamız, babamızın elimizden tutup gösterdiği güzel bir anı, bazen şövalyelik, bazen kahramanlık bazen yalnızca hazzın kendisidir. Bu kızlar bunların hepsini simgeler, hepsini gösterir ve hepsini yaşatır.

O sebeple, 55.000 kişi ile, onları alkışlayalım. Onları kutlayalım. Onların başarısını değil ama simgeledikleri şeyleri şölenleştirelim. Onlara tezahüratlarla seslenip, çiçeklerle karşılayalım, her futbolcunun onların yarısı kadar dahi emek sarfetmeden elde ettiği şeyleri değil, çok daha üstünü verelim. Bir meşale şov değil, büyüklüğün kutlamasını yapalım.

Onlar sahaya girerken ayakta alkışlandığını görmek istiyorum, tek tek isimlerinin okunup bütün stad tarafından söylenmesini, Radetzky March ile karşılanıp tempo tutarak hep beraber onların hak ettikleri gibi ağırlanmalarını. Velhasıl, Vamos Bien olsun, CK olsun eminim çok daha güzel kareografiler bulacaklardır ancak işin ruhu yukarıda söylenen gibi olmalıdır.

Yönetim bize bu fırsatı versin. 18 Nisan'da Melekleri ve onların simgeledikleri her şeyi kutlayalım, sonra hep beraber Beşiktaş maçına dönelim, bir futbol kulübünden fazlası olarak, bir halet-i ruhiye ve bir halk hareketi olarak, bir dünya görüşü ve yaşam kavrayışı olarak, Fenerbahçeli olarak karşılarına çıkalım, ruhlarında duydukları saygı ile o gün bizi izlesinler ama bu vesileyle önce biz bir kere daha hatıllayalım kendimizi. Güzelliklerin peşinde boyun eğmez bir isyan ruhu olarak.

3 Nisan 2010 Cumartesi

“Direnmek Terörizm Değildir”

http://www.dailymotion.com/video/xct...ltras-tr_sport 

 “Direnmek Terörizm Değildir”

Almanya'da Ultras grubundan Anti-Terör yasası 129/a-b'ye karşı protesto...

Düsseldorf Stadyumunda, Düsseldorf`un Kaiserslautern'e karşı oynadığı ve 33 000 bin seyircinin olduğu maçta Ultras grubu "Direnmek Terörizm Değildir, § 129/a-b yasaları iptal edilsin" pankartı açtı. Pankart, Alman Sat 1 televizyonunda da canlı gösterildi.

http://www.dailymotion.com/video/xct...ltras-tr_sport
www.halkinsesi.tv

1 Nisan 2010 Perşembe

LENİN’DEN MEKTUBUNUZ VAR!

 Birgün Gazetesi'nde yayınlanan bir röportajı aktarıyorum...
LENİN’DEN MEKTUBUNUZ VAR!
14 Mart 2010
 
Hasan Gürelliler, pullarda Lenin’i ve sosyalizmi arayan biri. Yıllardır başta Lenin olmak üzere dünya sosyalist tarihinin liderlerinin pullarını, zarflarını ve onlar adına basılmış paraları topluyor.
Lenin ile başlamış koleksiyonuna ancak Frida Kahlo ve Nazım Hikmet’i araken bulmuş kendini. Potemkin Zırhlısı’ndan Paris Komünü’ne; Sovyet coğrafyasından, Afrika’ya kadar uzanmış yolu. hatta daha önce adını duymadığı ülkeler olduğunu bile öğrenmiş. Birçok ülkenin, krallıkla yönetilen, despot liderlere sahip ülkelerin ve hatta Birleşik Devletler’in bile sosyalizm temalı pullar çıkardığını keşfetmiş; Türkiye hariç. “Bırakın Lenin’i, bir Nazım Hikmet pulumuz bile yok” derken bu durumdan utandığını itiraf ediyor.
Sosyalizmin ve sosyalist liderlerin onurlandırıldığı neredeyse bütün pulları koleksiyonunda toplayan Hasan Gürelliler’in şimdiki hedefi ise, ‘Pullarla Sosyalizm’ adında bir kitap hazırlamak...

»Koleksiyon yapma fikri nasıl gelişti?
Yıllardır yapıyordum bu koleksiyonu ben. İnsanlar çiçek toplar, tren toplar koleksiyoner olmak için. Ben de düşündüm ne toplayayım. Dedim ki siyasi düşünceme de uygun olsun, hem işe yarasın hem de orijinal birşey olsun, Lenin toplayayım dedim.

»Ne zaman?
6 yıl önce kadar. Önce Lenin pulları toplamaya başladım. Türkiye’de de bulmamıza olanak yok bu pulları. İnternetten araştırmaya başladım, satış sitelerine baktım, e-bay’den buldum. ‘Lenin ile ilgili pulları nerede bulurum’ diye filatelistlere sordum, alan araştırmasına girdim önce ve Lenin pullarından başladım işe. Nereden çıkmış diye merak edip, bir de onun tarihini araştırdım. İlk 1924’te Lenin öldüğü zaman basılmış Lenin pulları. İlk 1924 senesinden ve o zamanın Sovyet pullarından başlattım koleksiyonumu.
Sonra baktım ki Sovyetler Birliği’nin haricinde bir sürü sosyalist ülke pul çıkarmış, sonra bu ülkelerin pullarına devam ettim. O arada gördüm ki, tüm dünya ülkeleri -bizim ülkemiz hariç, Fransa ve birkaç tane Avrupa ülkesi hariç- Lenin pulları basmış. Afrika’nın hemen hemen tüm ülkeleri basmış; Çin basmış, Vietnam basmış. Bu araştırma sırasında ismini daha önce duymadığım orijinal ülkeler bile çıktı karşıma. Bu ülkelerin hepsi belli dönemlerde Lenin pulları basmışlar. En çok Hindistan basmış mesela. Çok çeşitli sebeplerle belli dönemerde basmışlar. Mesela devrimin yıldönümü diye basmışlar, ölüm ve doğum yıldönümünlerinde anmak için basmışlar.

»Ne tarz pullar aradınız, hangi döneme ait pulları topladınız?
Lenin pullarını toplamayı tarihsel çizgiyi izleyerek 1924 senesinden 1991 senesine getirdim. Zaten 1991’de Sovyetler’de rejimin yıkılması ile son Lenin pulu basılmış. Mesela burada ilginç birşey buldum. Sovyetler Birliği dağılmadan önce Ekim Devrimi nedeniyle bir pul daha basılmış. Ama pul ‘draft’ halde duruyor; ‘devrim bitti’ diyerek tedavüle vermeye zamanları olmamış.
Sonra yurtdışında aramaya başladım. Sovyet sınırları dışında da basılan pulları toplamaya koyuldum. Bu arada aklıma geldi, o kadar topluyorum, birşeyi yapıyorsam bunları kitaplaştırma çalışmasına gireyim. Şimdi de bunun hazırlığına başladım işte, bir senedir kitapla uğraşıyorum.
Amacım ‘Pullarla Sosyalizm’ adı altında bir kitap hazırlamak. Bunun için başka materyaller de lazım tabii ki. Bu konuya da nerden başlanır; Marx’tan. Bu sefer döndüm Marx pulları aramaya ve toplamaya başladım. Tabii Friedrich Engels’e geçtik, oradan Paris Komünü pulları aradım. Bazı ülkeler bu komün anısına çıkarmışlar işte.
‘İŞİN TOPLAYICILIĞI BİTMİYOR’
»Koleksiyonculuk daha sonra Lenin’i aşıp, sosyalizmi anlatan herşeyi toplamaya dönüşmüş galiba...
Marx, Engels, Sovyet Devrimi, Lenin pullarının birçoğunu topladım. Ancak sonra bir düşündüm, Sovyetler dışında devrim olan birçok sosyalist ülke ve coğrafya var. Afrika’ya döndüm, seçimle gelen ilk devlet başkanı Patrice Lumumba pullarını toplamaya başladım. Sonunda kendimi tüm sosyalist liderlerin pulları, zarfları ile sosyalist edebiyatçılar ve düşünürlerin pullarını ararken buldum. Mesela Frida Kahlo’nun pulunu buldum; onlar da var koleksiyonumda.
Mesela dünyada sadece üç tane basılmış, üçü de Küba tarafından, Che resimli paralarım var. Üç çeşit ve sadece üç posta... Bunları buldum. Sonra Tito’ya geçtim. Mao’yu resmeden pul ve paralar topladım. Kuzey Kore’ye dair birşeyler toplayayım dedim. Simon Bolivar’ın pulu var, ancak parası yok bende. Bunların dışında zaten, üstünde kendi devlet adamının resmi bulunan parası olan başka bir sosyalist ülke yok.
Hâlâ da topluyorum işte, bitmiyor bu işin toplayıcılığı! Becerebilirsem eğer, tüm bunları kitaplaştıracağım.

»Baskı yapan ülkeye göre pullarda herhangi bir farklılık var mı?
Evet. Pullarda her ülke Lenin’i kendine benzetmiş. Çinliler ve Vietnamlılar çekik gözlü yapmış. Mesela Mozambik puluna baktığınızda Lenin’i siyahi olarak görürsünüz. Afrika ülkelerinin pulları genelde hep birbirine benziyor, ancak Mozambik gerçekten çok orijinal. Sadece Lenin de değil. Marx, Lenin ve Engels’in yanyana durdukları o meşhur ilüstrasyonun Mozambik versiyonunda hepsi siyahi ve kalın dudaklı resmedilmiş. Tam kendilerine benzetmişler.

»Aradığınız pulları hangi ülkelerden bulabiliyorsunuz?
Çok değişik ülkelerden bulabiliyorsunuz. mesela 1970’de bütün ülkeler Lenin’in doğumunun 100. yılı onuruna Lenin pulları çıkarmış.
1999’da milenyum nedeniyle, ‘milenyum liderleri’ diye pullar çıkmaya başlamış. Belçike Lenin pulu basmış, İrlanda öyle, Madagaskar’dan Finlandiya’ya kadar birçok ülke bu yılı pul çıkararak onurlandırmış. Sosyalizle alakası ve geçmişi olmayan ülkeler bile çıkarmış. Tabii hemen hemen hepsinde Lenin oldukça değişik resmedilmiş. Beğenmediğimiz birleşik Devletler bile, Lenin’in doğum yıldönümünde Lenin pulu çıkarmış. Üstelik Andy Warhol’un bir çalışması.

»Pullarınızı sergileyen sergiler de açmışsınız.
3 yıl önce kadar büroma birkaç genç gelmişti. Duvardaki Lenin resimlerini falan görünce merak ettiler, sohbet etmeye başladık. Çocuklar Nazım Hikmet Kültür Merkezi’nde çalışıyorlarmış meğer. “Sergi açmayı düşünür müsünüz?” dediler. İyi fikir olduğunu düşündüm ve ilk sergiyi Kadıköy’deki Nazım Hikmet Kültür Merkezi’nde açtım. Orada bir ay kadar açık kaldı. Ertesi sene yine, bu kez Maltepe’deki şubelerinde açtık.

»Ulaşamadığnız, çok aradığınız bir pul oldu mu?
Mesela tam bir sene Potemkin Zırhlısı’nı aradım. Her yerde aradım, bu da koleksiyonda yer almalı diye. Onu da buldum sonunda.

»Koleksiyonunuzdaki pullar çok farklı yollarla elinize geçmiştir kesin. Ancak size ulaşması yada sizin ona ulaşmanız bakımından ilginç bir hikâyesi olan var mı?
Bir tane var mesela, üzerinde Lenin ve Stalin’in resimleri olan bir pulu taşıyan bir mektup. Bulgaristan’dan yollanmış ama gönderildiği ülkü Türkiye. Tam da baskıcı yasakların hüküm sürdüğü bir dönemde. İstanbul’da yaşayan bir Rum’un adresi var üzerinde. Adam orada hamalbaşı imiş, sonradan öğrendim. Kazara Türkiye’de benim elime geçti bu mektup.
1956 tarihli bir mektup. Komünizm nasıl da ‘zararlı’ o günlerde, yine! Düşünün postacı üzerindekini anlasa, herhalde zarfı yırtıp atardı. “Sen komünizm propagandası yapıyorsun, zararlı neşriyat sokuyorsun yurda ve taşıyorsun” diye adamı içeri atarlardı belki de. Bir de hem Lenin, hem Stalin, tam zararlı neşriyat!
Bir de Vietnam esir kampından yazılmış bir zarfın üzerinde bulduğum bir Vietnam pulu var. Lenin pulu var diye aldım ama içinden mektubu da çıktı. Kim bilir kim tarafından yazıldı, kime gönderilecekti?

»Bir koleksiyoner olarak, Nazım Hikmet’in pulunu kendi ülkenizde değil de farklı topraklarda aramak zorunda kalmak size ne hissettirdi?
Çok üzüldüm, ancak belki de üzüntüden de fazla utandım! Hem tek aldım, hem blok aldım bulunca. Nazım hikmet’in dünyada çıkarılmış tek bir pulu var. Sovyetler Birliği basmış. Tek bir ülke çıkarmış, başka hiçbir ülkede yok. Zaten ne yazık ki, bizim öyle bir niyetimiz de hiç olmamış. Onlarsa hem pul hem de ilk gün zarfı çıkarmışlar.

»Sizin gibi bu şekilde ve bu temada pul toplayan başka biri daha var mı bildiğiniz yada temas kurabildiğiniz?
İnternetten sürekli görüştüğüm insanlar var. Ellerinde Lenin ile ilgili bu tarz materyal olan çok kişi var. Özellikle e-bay gibi siteler üzerinden bunları satışa sunuyorlar. Mesela, Birleşik Devletler’de çok var, Ermenistan’da, Sovyetler Birliği’nin eski cumhuriyetlerinde, Litvanya’da var. Ama bunlar genelde bu işin satıcılık yönüylü ilgilenen ve profesyonel olarak satışını yapan insanlar. Daha karşıma “Ben bunun koleksiyonunu yapıyorum” diyen insan hiç çıkmadı.

»Dünya çapında teksiniz o halde.
Bilmiyorum tam olarak ama hoşuma da gidiyor bu durum.

»Her geçen yıl sizin yaptığınız tarzda bir koleksiyonun daha da nadirleşeceğini ve unutulacağını düşünüyor musunuz?
Kesinlikle. Hatta koleksiyonunu yapmak bir yana, bu pulları basan birileri kalmayacağını da düşünüyorum.

»İnsanlar sizin bu koleksiyonunuzdan esinlenip, “ben de bu işe gireyim” derse, ne yapmalarını tavsiye edersiniz? Nereden başlamak gerekir?
Sosyalizm temalı başlayacaksa eğer bir kere, önce Marx’tan başlaması gerekir. Kapital ile ilgili pullar toplaması gerekir. Oradan Lenin ve Engels’e geçecek, Benim yaptığım gibi, belki benden daha iyilerini bulacak.

»Türkiye’den bulabilirler mi?
Buradan bulmalarına olanak yok! Bazı ünlü Türk orijinli açık artırma sitelerinde ise, çıkarmışlar Lenin pulu diye üç-beş tane şey, ancak belli bile değil orijinal olup olmadıkları. Zaten bunlar koleksiyon yapmaya yetecet nitelikte şeyler de değil. Lenin ile ilgili pul siteleri var, onları bulmaları gerekir. Daha başka yurtdışında pul satan siteler var, oralardan araştırabilirler. Ama Türkiye içinde bulmalarına olanak yok. Zaten Türkiye’de pul tüccarı diyebileceğimiz iki yada üç tane insan var. Bu insanlar da kelimenin tam anlamıyla tüccarlar, yani işleri sadece alışveriş ve internetten alıp üzerine para koyup anormal rakamlarla bu işleri yapıyorlar.

»Pullara ulaşmak bu kadar zahmetli ise, insan bu işin maddi yönünü düşünmeden edemiyor.
Bu iş gerçekten çok masraflı bir iş. Bir de işin içine kargo masrafları da giriyor. Örneğin ben Nazım Hikmet pulları için 30 dolardan fazla para ödedim. Ama ben bu işe hobi olarak zaman doldurmaktan ziyade düşünce yapıma uyduğu için başladım. Ucuz bir şey değil gerçekten ama bir yandan dünyalara değer.

»Bunların dışında topladığınız ve biriktirdiğiniz bir şey var mı?
2009’un Ocak ayına kadar cumhuriyet sonrası basılan Türk kağıt paralarını topluyordum. 1927’de Mustafa Kemal’li ilk paradan günümüze kadar gelen bir koleksiyon... Fakat ekonomik kriz bana çocuğum kadar sevdiğim bu koleksiyonumu sattırdı. parça parça sattım, evladımdan ayrılmış gibi oldum, hatta çocuklarım bu yüzden küstüler bana, konuşmadılar bir süre... Ama eve ekmek götürmek ve işimi ayakta tutmak için yapmak zorundaydım.


Burnumuzun
dibinde komünist bir ülke!
Lenİn ve sosyalizm temaları pulların peşindeyken adını bile duymadığı birçok ülkenin tam da aradığı gibi pullar bastığını keşfeden ve dolayısıyla bu ülkeleri de tanıyan hasan Gürelliler soruyor bu kez, “Transnistria diye bir ülke biliyor musun?” diye. Ve, “Şu anda dünyada hiç bir ülkenin tanımadığı, komünizmle yönetilen tek ülkedir burası” diyerek sözlerine devam ediyor. 1994 yılında kurulduğunu belirttiği Transnistria için, “Romanya ile Moldova sınırında, Dinyester ırmağının doğu kıyısında kurulmuş de facto bir cumhuriyet. Başkenti Tiraspol. Rusya’dan gayrıresmi destek almakla beraber tamamen komünizmle yönetiliyor. Nüfusu çoğunlukla Ukrayna ve Rus asıllıdır. Bayrakları var, tüm sokaklarda ve meydanlarında Lenin heykelleri ayakta duruyor. Ve, Sovyet para birimi ne ise şu anda hâlâ onu kullanıyorlar. Tek farkla, rublelerin üzerine kendi pullarını yapıştırmışlar; onun dışında herşey noktasına kadar aynı. Yani hâlâ Sovyet paraları tedavülde ve dahası dolaşımda, insanlar onlarla alışveriş yapıyor burnumuzun dibinde!” diyor.


SEMİN SEZERER

Hasan Gürelliler’e, hasan.gurelliler@hotmail.com adresinden ulaşabilirsiniz.